10 Ocak 2011 Pazartesi

ARAP DİLİ FONETİĞİ VE TELAFFUZ PROBLEMİ

ARAP  DİLİ  FONETİĞİ  VE  TELAFFUZ  PROBLEMİ


Yasin KAHYAOĞLU*


Arap Dilbiliminde Fonetik (Ses Bilimi) Problemi
Fonetik ismi altında toplanan ses biliminde, genel olarak bir dildeki seslerin değişiklikleri, seslerin tarihi yönden incelenmesi, seslerin mahreçleri, özellik ve nevileri gibi mevzular tetkik edilir.[1] Bu açıdan bakıldığında Arap dilinde fonetik meselesi son derece önem kazanmaktadır. Zira Arap fonetiğinin temsilcisi, Kur’an-ı Kerim’in ve edebi Arapça’nın telaffuz şeklidir. 1400 yılı aşkın bir zamandan beri mütevatiren okunup fonetiği asla değişmeyen ve üzerinde her zaman büyük bir titizlikle durulan Kur’an’ın Arap şivesiyle okunması, asil Arap fonetiğini temsil etmektedir. Bu sebepledir ki, bütün Arap dünyasında, hiçbir Arap hafızı, ( ض) harfini (ظ  ) harfi diye telaffuz etmez. Bu harfin telaffuz öneminden ve başka dillerde bulunmadığından dolayı Araplar, Arapça’ya ( لغة الضاد  ) “Dat dili” derler. Osmanlıca’nın veya Farsça’nın etkisi altında kalarak bunu ( ظ ) olarak telaffuz etmek doğru değildir.[2] Çünkü harfler kendi sesleriyle telaffuz edilmediği zaman ortaya farklı manalar ve farklı sesler çıkar.
Muhammed Zihni, “el-Muntahab fi ta’limi lugati’l-Arab adlı eserinde”: ( ث) harfi ( س )  harfi gibi  ve ( ظ ) harfi de ( ض ) harfi gibi okunmamalıdır. (   إثم) ile ( إسم  ) ,  (  بيض ) ile (  بيظ ) farklı şeylerdir. (  إثم )  günah demektir. (    بيظ) ise karınca yumurtasıdır” der. İslam’dan önce, Cahiliye döneminde, (  ض ) yı (  ظ ) ve  saire harfleri başka harfler gibi okuyan kabileler bulunmuşsa da,  bunların hepsi, Kureyş kabilesi lehçesinde indirilen Kur’an-ı Kerim’de birleştirilmiştir. [3]   
Arap dilinin en büyük özelliklerinden birisi de; bu dilin belli bir ırkın değil, bir medeniyetin (İslam medeniyeti’nin) dili olmasıdır. Zira Arap olmayan müslümanların bu dile katkıları, Arap olanlardan az değil, hatta daha da fazladır. Sözlü bir geleneğe sahip olan Arap dili yazıya geçilmesiyle birlikte çeşitli problemlerle karşılaşmış bu problemleri aşma isteği, Arap dilbilim çalışmaları için adeta bir lokomotif olmuştur. Dini etkenlerin yanı sıra, İslam dinini kabul eden yabancıların Arapça öğrenme istekleri de dil çalışmalarının başlamasını sağlamıştır. Arap dilbilim çalışmaları, felsefi çıkışlı olan Yunan dil çalışmalarının aksine din eksenlidir. İlk dil çalışmaları, Din dili olan Arapça'yı bozulmadan korumak ve yeni dinin temel metinlerini anlamaya yöneliktir.[4]
Arap dilinin önemli bir diğer özelliği de daha ilk devirlerde, telaffuz için kaideler koymuş olmasıdır. İlm-i tecvit dediğimiz bu kaideler; hangi seslerin uzatılacağı, telaffuzun nerelerde kesileceğini sistemli bir şekilde öğreten bir ilimdir. Bu ilimdeki bütün kaideler Kur'an-ı Kerim'in doğru okunması içindir. Ve bu, Arapça telaffuzunun asırlarca muhafazasına yardım etmiştir.
Prof Muhammed Hamidullah’ın kıraat ilminin ilk menşei ile ilgili ilginç bir tespitini vermek itiyorum. Hamidullah şöyle der: “Bazı müsteşrikler, bu kıraat ilminin, yani Arapça yazılmış bir yazıyı okuma sanatının Necd'den geldiğini iddia etmişlerdir. İddialarına göre; bugün dahi Necd bölgesinden ve dış dünya ile hiçbir temasta bulunmamış olan bir Arap, Arapça yazılı bir metni tıpkı Kur'an-ı okur gibi okur. Şayet Kur'an-ı Kerim bilinmeden bu Arap dinlenmiş olsa, Kur'an-ı Kerim okuduğu zannedilir. Bu müsteşrikler şöyle demekteler: "Necd bölgesi asırlarca dış dünyadan kopuk vaziyette idi ve bunun için adetlerini muhafaza etmişlerdir". Hamidullah bunun mümkün olabileceğini söyledikten sonra bu konuda kendisinin farklı bir kanaati olduğunu şöyle anlatmaktadır: "Hadis kitaplarında, Hz. Peygamberin ashabının Kur'an-Kerimi nasıl okuduklarını, bu okuma işini (kıratı) ashabdan kimlerin daha iyi yerine getirdiğini ve Hz. Peygamberin övgüsüne mazhar olanları incelediğimizde görüyoruz ki, bu kaide daha ziyade Yemen'de mevcuttur. Hepiniz Ebu Musa el-Eşari'ye ait meşhur hadisi biliyorsunuz: Bir sabah Hz. Peygamber Ebu Musa el-Eşari'ye şöyle dedi: Biliyor musun? dün akşam nafile namazımı kılarken senin Kur'an-ı Kerim okuduğunu duydum ve bu çok güzeldi. Ebu Musa el-Eşari cevaben: Eğer sizin beni duyduğunuzu bilseydim, daha güzel bir makamla okurdum. dedi. Hz. Peygamber ona: "Gerçekten Hz. Davud ehlinin kavalı sana verilmiş" dedi. Hz. Peygamber Ebu Musa'ya demek istedi ki: "makama göre okudun, kıraatinde makam kaideleri vardı ve bu çok güzeldi".
Bir diğer hadis-i şerife göre, bir gün Hz. Peygamber yatsı namazından sonra Hz. Aişe'nin evine gitti. Hz. Aişe orada yoktu. Sonra Aişe eve dönünce Hz. Peygamber ona:" nereye gitmiştin?" diye sordu. Hz.Aişe cevaben: "camide Kur'an-ı Kerim okuyan birisi vardı ve okuyuşu çok hoşuma gittiği için camide kalıp onu dinledim." Hz.Peygamber ayağa kalktı ve caminin içine bakarak, Hz. Aişe'ye: onun kim olduğunu biliyor musun?" Hz. Aişe, "hayır" deyince, Hz.Peygamber ona:" O, Ebu Musa el-Eşari idi" dedi.
Ebu Musa el-Eşari bir Yemenliydi. Ve diğer rivayetlerde, Kur'an-ı Kerim'i güzel okuyan Necdli bir başka sahabenin adına rastlanmamaktadır.[5]
Görüldüğü gibi Arap dil fonetiğinin temelimde, Kur’an-ı güzel okuma ve bu okumayı sistematik bir hale getirme olgusu yatmaktadır.
Diğer yandan dil; İnsanlar arasında diyalog ve iletişimi sağlayan etkili bir araç, aynı zamanda onları diğer varlıklardan ayıran önemli bir faktördür. Kur'an, dil olgusuna dikkatleri çekerek şöyle der: “biz ona iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi?”[6]
İnsanlar düşünce ve arzularını muhataplarına dilleri vasıtasıyla aktarırlar. Bu sebeple dil, duygunun tercümanı, ifadenin temel dayanağıdır. Ancak dilin doğru ve güzel bir şekilde kullanılması, yanlış ve hatalı telaffuzlardan arındırılması da bir o kadar önemlidir.
Araplarda fonetik ilminin dini ilimlerle, özellikle de tecvid ilmiyle sıkı bir bağı vardır. Yeni müslüman olanların Arapça'ya özgü harfleri gerektiği gibi telaffuz etmede zorluk çekmeleri, fonetik ilmiyle uğraşıyı bir ihtiyaç haline getirmiştir.[7]
Nahiv ilminde olduğu gibi, fonetik ilminde de Halil b. Ahmed önemli bir konuma sahiptir. O, seslerle ilgilenmeyi özel gramer çalışmalarından saymış; morfoloji ve syntax'ın yanında fonetiğe de özel bir ilgi göstermiştir. Sadece sesin çıkış ve sıfatlarıyla ilgilenmemiş, aksine bunları ilmi veriler için de kullanmıştır.[8]
Sibeveyh de hocası Halil b. Ahmed gibi fonetik ilmine önem vermiş, özellikle harflerin sayısı ve harflerin çıkışı (mahreç/çıkak) ile ilgili detaylı bilgiler sunmuştur. Sibeveh'in yolunu takip eden İbn Cinni de, fonetik ilmini ilk kez başlı başına bir ilim olarak ele almış ve buna; “sesler ve harfler ilmi” adını vererek bunlardan çıkan değişik sesleri, ney ve ud'un değişik ritimlerde çıkardıkları seslere benzetmiştir. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, fonetik ilminin ilk dönemlerden itibaren dilbilimin bir parçası olarak görülmesidir.[9]
Kur’an dili Arapça'nın tarihi süreç içerisinde geçirdiği devreler ve onu takip eden dönemlerde meydana gelen pek çok faktörün bulunması, haklı olarak dil bilimcilerini, Arapça’yı her yönden incelemeye ve araştırmaya sevk etmiştir. Bu faktörlerin başında; din, dil, tarih, sosyal, kültür, ekonomi ve siyasi gibi pek çok etkileyici fonksiyon gelmektedir.
Dil kuralları açısından zengin olan Arapça, tarihi süreç içerisinde dünya dillerini önemli ölçüde etkilemeyi başarmış, birçok batılı bilim adamının dahi Arap dili alanında çeşitli çalışmalar yapmalarına yön vermiştir.
R. Betti, “The Arab Mind” isimli kitabında şöyle der: “şahsi gayretle edindiğim tecrübeye dayanarak şunu söyleyebilirim: "öğrendiğim diller arsında gerek açıklayıcı gücü, gerekse taşıdığı anlam açısından, zihinleri delerek doğrudan his ve duygulara hitap eden ve onu etkileyen Arapça gibi başka bir lisan görmedim”[10]
Bunun da ötesinde Arapça, Allah tarafından Kur’an dili olarak seçilmiş müstesna bir dil olma özelliğine sahiptir. Kur’an-ı Kerim ise şüphesiz güzel manaları, üstün ve yüce hedefleri kapsayan İslam’ın yegâne kutsal kitabıdır.
Arap dilinin kendine has pek çok özellikleri vardır. Konuşma esnasında ses cihazlarının tamamını çalıştıran, harfleri yerinde kullanarak güzel bir telaffuzla konuşmayı sağlayan bir dil olduğu gibi, kuvvetli izah gücü, telaffuz ve mahreç[11] konusundaki dikkat ve hassasiyeti ile ayrı bir özelliğe sahiptir. Herhangi bir kelime ile telaffuz durumunda sesler birbirine karışmaz, bilakis Arapça’ya mahsus olan; üstün[12], ötüre[13] ve esre[14] gibi harekeler birbirlerinden tamamen ayrılmış vaziyettedir. Bu da Arapça’nın fesahatine, ses ve telaffuz inceliğine sahip olduğunun en açık delildir.[15]
Ayrıca Arapça; taşıdığı edebî özelliklerle kulağa hoş gelen ve iç duyulara zevk veren rahatlatıcı bir lisandır. Bundan dolayıdır ki; Arap olmayan pek çok kimse Arapça’yı öğrenmeye karşı büyük bir ilgi duyarak ona yönelmiş, bunun sonucunda bu dilin yaygınlaşması, öğrenilmesi ve bu sahada gayret sarf edilmesi gündeme gelmiştir. Bu konuda şu örnekleri vermek mümkündür:
Dünya dilleri arasında önemli bir konuma sahip olan Arapça; 1969 yılında Unesco, 1974 yılında Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından resmen tanınmış ve uluslararası camianın resmi organları tarafından kabul edilmiştir.
Amerika’nın “Kaliforniya” eyaletinde eğitim şurası tarafından alınan bir kararla, ikinci dil olması hasebiyle eyalete bağlı bütün liselerde Arapça’nın okutulması hükme bağlanmıştır.
“Berkeley Üniversitesi” de ülkede bulunan yabancılara yeterli sayıda öğretim elemanı yetiştirmek amacıyla Arapça derslerine önem verilmesini yetkililerden talep etmiştir.
Ayrıca Londra’da bulunan devlet okullarında Arapça yabancı diller arasında seçimlik ders olarak okutulmaktadır.
Arjantin’de; İslamî eğitime olan talep ve yöneliş karşısında yetkililer, Arap ülkelerinden Arap dili ve İslamî ilimlerin öğretimi için uzman eğitimci talebinde bulunmuştur.
Pakistan ve bazı Afrika ülkelerinde öğrenciler kendi dilleri ile beraber Arapça’yı zorunlu ders olarak okumaktadırlar.
Yabancı eğitime yer veren pek çok Avrupa ülkesinde de genel olarak Arapça yabancı diller arasında dördüncü veya beşinci sırada yer almaktadır.[16]

A - Arap Ülkelerindeki Dil Çalışmaları

Arapça'nın yaygınlaştırılması, öğretilmesi, dil bütünlüğünün gerek lafız, gerekse mana olarak sağlanmasının zorunlu hale gelmesi karşısında Arap ülkelerinde bazı çalışma ve teşebbüslerin olması kaçınılmazdır. Söz konusu olan bazı teşebbüsler şöyledir: 1919 da Şam'da el-Mecmau'l-ilmiyyü'l-Arabi adıyla bir akademi kuruldu. 1921 den itibaren çıkan mecmuası ve diğer neşriyatı ile faaliyette bulunan bu akademiyi, 1932 de Mısır'da kurulan Kraliyet Dil Akademisi (Mecmau'l-lugati'l-Arabiyye), 1947 de Irak'ta kurulan el-Mecmau'l-ilmiyyü'l-Iraki takib etti. 1973 te, el-Lisanü'l-Arabi adıyla yaptığı neşirle Fas da bu çalışmaya katıldı.
Bu ilmi kuruluşlar, mecmualarında ve neşrettikleri diğer eserlerde bir taraftan dil ve edebiyata ait eski metinlerin neşrine, diğer taraftan ilim, teknik ve sanatın her şubesinde gerekli ıstılahların tespitine yalnız bir memlekette değil, muhtelif Arap ülkelerinde müşterek yazı dilinin, bugünkü klasik Arapça'nın gelişmesinde birlik teminine çalışmışlardır.[17]
Adı geçen resmi kuruluşların, üniversitelerin, bunlar dışındaki ilmi toplulukların veya şahısların gayretleri bugün önemli sonuçlar vermiş bulunmaktadır. Dil konusunda eski metinlerin tespiti ve ilmi neşirlere büyük ölçüde yer veren, böylece klasik dilin yeni şartlar içinde akışını sağlayan gayretlere rağmen, Arapça dil problemlerinin tamamen ortadan kalktığı söylenemez.
Bu faaliyetlere ek olarak günümüzde de bazı pratik adımlar atılmış ve bu çalışmalar genişleyerek devam etmiştir. Bu çalışma alanlarından bazıları şöyledir:
1 - Yabancılara Arapça’yı öğretmek amacıyla eğitim merkezlerinin açılması.
2 - Dil uzmanı Arapça öğretmenlerin yabancı ülkelere gönderilmesi.
3 - Uzman dil öğretmenlerinin yetiştirilmesi
4 - Akademik ve ilmî merkezlerin açılması.
Bu alanda faaliyet gösteren bazı kuruluşlar şunlardır:
- Kahire’de bulunan “el-Ezher Arap Dili Enstitüsü”. Bu enstitü özellikle yabancı öğrencilere Arapça’yı ve Kur’an ilimlerini öğretir.
- Riyad’ta bulunan “Arap Dili Enstitüsü”.
- Hartum’da bulunan “Hartum Arap Dili Enstitüsü”.
- “Radyo ile Arapça Öğrenim” adlı Arapça lisan okulu.
Adı geçen bu kuruluşlar; Arap dili öğretimi konusunda faaliyet gösteren birer akademik ve ilmî merkezlerdir.
Hem Araplara, hem de Arap olmayan öğrencilere yönelik bu çalışmalar yapılırken, dil öğretimi konusunda zaman zaman bazı problemlerle karşılaşılmaktadır. Bu problemlerin birçok sebebi vardır. Bu konuda üzerinde durulması gereken en önemli nokta şudur: Bir kısım yabancı öğrenciler Arapça'yı öğrenirken; bazı harfleri yanlış telaffuz etmelerinden kaynaklanan hataları bilerek veya bilmeyerek Kur’an ayetlerine taşıdıkları görülmektedir. İşte konunun en can alıcı yanı budur.

B - Arap Dilini Öğrenmedeki  Amaç

Bazı kimseler şahsi bir gayeden dolayı Arapça’yı öğrenir. Örneğin: okulda gördüğü dersleri anlamak ve sınıfını geçmek. Bazıları ise ticari bir kâr elde etmek amacıyla öğrenir. Diğer bazıları da bilgi sahibi olmak, Kur’an’ı okuyup ayetlerini anlamaya ve düşünmeye vesile olduğu için Arapça'yı öğrenirler.
Arapça’yı; Kur’an-ı Kerim’i okumak ve anlamak için öğrenmek gerçekten üstün bir amaçtır. Böyle kimseleri kutlamak gerekir. Ancak ne var ki bu kutlama ile beraber onları; lisanı doğru öğrenmeye, Arapça kelimeleri doğru telaffuz etmeye teşvik ederek yol göstermek gerekir. Şöyle bir soru sorulabilir: Yabancıları Kur’an öğrenmeye teşvik etmek açısından; onların öğrenme yolunda sarf ettikleri gayreti kırmamak için, Kur’an kelimelerini kolaylarına gittiği şekilde ve bildikleri tarzda telaffuz ederek okumaları yeterli olmaz mi?
Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Öğrenme yoluna giren, gayret ve çaba sarf eden bu kimseleri teşvik edip desteklememizle birlikte, öğrendikleri kelimeleri doğru telaffuz etmeleri, harfleri doğru olan mahreçlerinden çıkarmaları dil öğrenimi açısından son derece önemlidir. Diğer yandan Arapça'yı telaffuzu ile birlikte güzel bir şekilde öğrenmek Kur’an okuyuşunu etkileyeceği için konu üzerinde durulması kaçınılmazdır. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik.”[18]
Meseleye bu açıdan bakıldığında Kur’an ayetlerini doğru ve hatasız telaffuz etmenin şart olduğu açıkça görülecektir. Çünkü Arap dilini öğrenen yabancı öğrenciler, gerek kendi çocuklarına gerekse başkalarına Kur’an’ı öğrendikleri tarzda öğreteceklerdir. Söz konusu bu yanlış telaffuz ve öğrenme şekli zamanla yaygınlaşacak, Arapça’yı sonradan öğrenen bu insanlar, telaffuz ve konuşmalarını düzeltme gereğini duyarak, tekrar  bir takım Arapça kurslardan geçmeleri zorunlu hale gelecektir.
Şüphesiz ki; Arapça’yı sonradan öğrenen kişi, ana dili Arapça olan bir kimseye kıyasla, kelimeleri eksiksiz bir şekilde, her harfin hakkını vererek telaffuz etmesi oldukça zordur. Ana dili Arapça olmayan bir kimse ne kadar da çaba gösterse yine de konuşma ve telaffuzlarında göz ardı edilebilecek bazı küçük hatalar (Kur’an dışında) yapacaktır. Ancak Kur’an-ı okuma söz konusu olduğunda bu hataların (küçük de olsa) göz ardı edilmesi kabul edilemez. Zira Kuran’ı doğru ve hatasız okumak, harflerini eksiksiz telaffuz etmek dini bir sorumluluktur.

C - Arapça'da Telaffuz Problemi

Yabancı öğrenciler genellikle şu harfleri yanlış telaffuz ederler :
1- İngilizce'de 'phoneme', Türkçe'de ise 'fonetik' dediğimiz; bir harfi diğer bir harfle değiştirerek telaffuz farkından kaynaklanan problemlerdir. Örneğin:  سالyerine ذال okumak. Bu çeşit yanlış bir telaffuz son derece sakıncalıdır. Bu hatalı okuyuş anlamı değiştirdiği gibi, kelimeyi de ifade ettiği anlamdan uzaklaştırır.
Telaffuz ve mahreçleri birbirine yakın olan diğer harfler de böyledir. Bu harfler şunlardır:
( د- ت )  ( ض- د)  ( ق- ك)  ( ذ- ث )  ( ز- س)  ( ظ- ذ )  ( ص- س)  ( ش- س)  ( ه -ح )
Bazı kimseler: ومن لم يتب فأولئك هم الظالمون [19] ayetinde  الظالمون kelimesindeki    ( ظ )harfini  ( ث)harfi ile değiştirerek الثالمون  şeklinde okurlar. Tabi ki bu hatalı bir okuyuştur.
2- Arap olmayan bazı öğrenciler  ح harfinin telaffuzunda zorlandıkları için onu (ه - ha) harfine çevirerek yanlış okurlar. Örnek : الحاقة ما الحاقة   [20]ayetini  الهاقة şeklinde okumak.
Telaffuz farkları "Phonemes" ile ilgili benzer hatalar henüz işin başında iken telafi edilmeli ve düzeltilmelidir.
3- Telaffuz konusunda ikinci derecede hatalı bir konu daha vardır ki o da 'lin' harfi dediğimiz (elif- vav- ya) harflerini, onlara benzerlik teşkil eden harekelerle karıştırmaktır.
Mesela: okuyucu elif harfi ile fethayi birbirinden ayırt edemediği için, med harfi olan elifi uzatması gerekirken kasır ile okumakta, dolayısıyla elif ile fethe arasındaki farka dikkat etmemektedir.
Örnek: والسماء رفعها [21] ayetinde med harfi olan elif'i telaffuz etmeden ayeti okumak hatalı bir okuyuştur, sahih kıraatle bağdaşmaz.
Vav harfinde de durum böyledir. Çoğu kez okuyucu med olan vav harfi ile zamme (ötre)yi birbirinden ayırt etmeden okur.
Örnek: قد أفلح المؤمنون [22] ayetinde med harfi olan vav'ı telaffuz etmez.
Yâ harfi için de aynı şeyler söylenebilir. Okuyucu med harfi olan yâ ile esre'nin arasını ayırt etmeden okur.
Örnek : وسيق الذين كفروا إلى جهنم زمرا[23] ayetinde  وسيق kelimesindeki ya harfini kesre zannederek‚ “yâ” harfini okumadan وسق şeklinde okur ki, bu da hatalı bir okuyuştur.
Bu çeşit okuma  ve telaffuz şekilleri Arap dilinde kabul görmediği gibi, Kur'an okuyuşunda da aynı hataların kabul görmemesi kaçınılmazdır.
4- Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir nokta da şudur:
Ana dilleri Arapça olmalarına rağmen, bazı kimseler bir kısım harfleri başka harflerle değiştirmek suretiyle yanlış telaffuzda bulunurlar. Şüphesiz bu hatalı telaffuz şekli hem lafzı hem de manayı etkiler. Örnek: ق  harfini ك harfi ile,  س harfini  ث harfi ile değiştirmek.
Ne gariptir ki anadilleri Arapça olan bazı radyo ve televizyon spikerleri: ثم خلقنا النطفة[24] ayetindeki ث harfini س şeklinde, ط harfini ise ت  şeklinde okuyarak hatalı bir mahreçle telaffuz ederler. İşte bu nokta, üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Çünkü böyle bir okuyuş Kur'an harflerinin doğru olan telaffuz şeklini bozmakta, ifade ettikleri mana ve gayeden uzaklaştırmaktadır.
Arapça'nın konuşulduğu bazı ülkelerde ortak dil fasih Arapça yerine mahalli lehçelerin ikamesi fikrinin düşünüldüğü  de olmuştur. Ancak lehçeler arasındaki farklılaşmayı hızlandıracak, Arap dünyasının geçmişteki ve bugünkü değerlerinden ortaklaşa faydalanabilme kapısını kapayacak ve nihayet siyasi sınırların bölemediği dil ve kültür birliğini ortadan kaldıracak olan bu düşüncelerin revaç göremeyeceği muhakkaktır. Bu arada Arap yazısının bazı kelimelerinin farklı okunmaya müsaade edişi yüzünden, matbuatın layıkıyla yapamadığı bir hizmeti, bugün hızla yayılan sesli neşir vasıtalarının üzerine almış bulunmasına, böylece radyo ve televizyonun lehçeler arasındaki farkı hiç değilse bir ölçüde yavaşlatacağına işaret edilmelidir.[25]
5- Telaffuz problemlerinden biri de anadilleri Arapça olan, özellikle bazı spikerlerin ق harfini  ك harfine çevirerek; قلب kelimesini كلب şeklinde okumaları. Bu yanlış telaffuz şekli hem manayı, hem de mefhumu tam anlamıyla bozan eksik ve sakıncalı bir telaffuzdur. Asıl amaç ve gayesi iletişim ve haberleşme olan bir dilin işaret ve telaffuzları birbirine karıştırıldığı vakit, bu önemli misyonu yerine getirmesi mümkün mudur?
Bilindiği gibi her sesin muayyen şekil ve kalıpları vardır. Bu kalıp ve şekiller bozulduğu takdirde o sesin özü de bozulacak, kelimenin mana ve mefhûm bütünlüğü ortadan kalkacaktır. Telaffuz hatasını yapan kişi ister Arap, isterse Acem (Arap olmayan kişi) olsun, Arapça'yı öğrenirken meydana gelebilecek bu gibi hataların düzeltmesi duyarlı olan eğitimcilere düşer. Şayet bu hatalar Arapça bilmemekten kaynaklanıyorsa, o zaman dile önem veren milletlerin yaptıkları gibi, Arap dilcilerinin de Kur’an dili Arapça’ya önem vermeleri ve bu hatalı telaffuzları doğru öğretmeleri gerekmektedir.
 Nitekim İngiltere’de; “râ harfinin telaffuzunu koruma cemiyeti” adı  ile bir teşkilat kurulmuş, bu cemiyetin bütün üyeleri ‘râ’ harfinin doğru telaffuz edilmesini sağlamak amacıyla kendilerini görevli kabul etmişlerdir. Bu gönüllü görevliler, konuşmacı veya spikerleri denetleyerek onları ‘râ’ harfinin geçtiği kelimeyi yanlış veya bozuk telaffuz etmemeleri konusunda sürekli olarak uyarıda bulunmuşlardır.[26]
Bir dildeki gramerin amacı, dilin kurallarını çıkarma ve ortak kullanıma dayanarak onu düzenlemektir. Dolayısıyla gramerin en büyük amacı, dili bozulmaktan korumak ve onu en asil görevi olan iletişimi doğru bir şekilde sağlamaktır.[27]
Diğer dillerde olduğu gibi, Arap dilinde de harfleri doğru telaffuz etmek elbette ki önemlidir. Zira Arapça; kendine has dil özelliklerini, belli olan telaffuz kalıplarını kaybettiği zaman bir çok problemle karşı karşıya kalacaktır. Bundan dolayı Arap dilcileri bu dili öğretirken son derece hassas ve dikkatli davranmaları ve öğrencilerin kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak eğitim vermeleri gerekir. Öğrenciye en iyi en gelişmiş ve en faydalı olan yöntemle, yeni ve modern metotları kullanarak Arap dilinin telaffuz ve inceliklerini vermeye çalışmaları gerekir.

D -Telaffuz Probleminin Ana Sebepleri

Arap olmayan bazı öğrenciler Arapça konuşmaları esnasında, zaman zaman telaffuzda zorluk çektikleri göze çarpar..Aynı problemi Kur’an ayetlerini okurken de yaşarlar. Telaffuz güçlüğü olarak adlandırdığımız bu problemin başlıca sebepleri şunlardır:
1- Yabancı öğrencinin ana dilinde bazı ses ve telaffuzların bulunmaması. Mesela: Öğrencinin ana dilinde kalın olan ض (dat) harfi bulunmadığı için bu harfin yerine ince okunan د (dal) harfini telaffuz etmesi.
2- Öğrencinin, kendi dilindeki bir harfi Arapça harfin yerine telaffuz etmesi. Mesela : ص  ( sad ) harfi yerine  س (sin) harfini okuması.
3- Öğrenci, Arapça telaffuzun fazla önemli olmadığını düşünerek ana diline kıyasla yanlış telaffuz etmesi.
Örnek: (س  ile  ث) , ( ز ile  ظ ) harflerinin telaffuzlarını karıştırması.
4- Öğrencinin; yanlış algıladığı bir ifadeyi yine buna bağlı olarak Arapça’da da yanlış telaffuz etmesi.
5- Öğrencinin, ana dilinde olan garip bazı telaffuzları Arapça’ya da aktarması. Mesela: Bir Amerikalının, kendi dilinde kullandığı (p) ve (v) harflerinin telaffuzunu Arapça’da kullanması.
6- Öğrencinin ana dilinde bulunan, ancak kullanılmayan bazı telaffuzların Arapça’da da bulunması. Mesela: ( ه - ha) harfi kelimenin sonuna geldiği zaman, ana dili İngilizce olan bir kimse bu harfi kullanmaz.
7- Yabancı bir öğrencinin; (ه  ile  ح) , ( أ ile ع ) , (ك ile ق ) harflerini birbirinden ayırt etmede zorlanması.
8- Toplumun geleneksel ölçütlerine itibar edilerek bazı harflerin yanlış telaffuz edilmesi. Bu durum ( ث  ve ذ )  harflerinde daha çok göze çarpar. Arapça'da bu iki harfin okuma şekli, dili üst damaktaki dişlere dokundurmak suretiyle peltek okumaktır. Bu davranış ise bazı toplumlarda ayıp karşılanmakta, dolayısıyla bu iki harfin doğru okunmasına ve telaffuz inceliğine hakkıyla riayet edilmemektedir.
9- Normal olarak Arap dilinin yapısından kaynaklanan bazı harflerin telaffuz zorluğu. (ض ) ile ( ظ ) harflerinde olduğu gibi. Bu harfler kalın okundukları için Arap olmayan bazı yabancılar bu seslerin telaffuzunda zorlanırlar.
10- Arapça’ya yabancı olan kimselere bazı harflerin telaffuzu zor geldiği gibi, kısa okunan “ötre” ile, med harfı olan “vav”ın arasını ayırt etmek te zor gelmektedir. Mesela: (قتلوا ) ve ( قوتلوا ) da olduğu gibi.
Yine kısa okunan “esre” ile, med harfı olan ve uzun okunan “yâ”nın arasını ayırd etmek zor gelmektedir. Mesela: ( يعد ) ve ( يعيد ) da olduğu gibi. Bu durum ana dili İngilizce olan bazı Müslümanların telaffuz ve konuşmalarında daha çok görülür.
Telaffuz problemi olarak nitelendirdiğimiz bu durum daha çok Asya ülkelerinden, Arapça ve Kur’an-ı öğrenmek için Arap ülkelerine giden talebelerde görülür.
Ayrıca; Arapça’nın, Latin alfabesini kullananlar için zor yönlerinden biri de yazısıdır. Arapça’nın hem sağdan sola yazılıyor olması ve hem de bir harfin, kelimenin başında, ortasında ve sonunda başka başka şekiller alması, yabancılar için bir sorundur.[28]
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bu gibi teknik problemler, kişinin belli bir çevreden veya aile eğitiminden aldığı dil farklılıklarıdır. Farkına varılmadan konuşulan ve telaffuz edilen bu hatalar zamanla gelişerek belli bir kalıp ve şekil almakta, bunun neticesinde ise bazı sesler ve mahreçler çalışmaz hale gelmektedir. Bu sebeple öğrenci, öğrenim hayatının ileri safhalarında bu mahreçleri kullanmakta güçlük çekmektedir.
Kur’an ayetlerini bu şekilde okuyan kimseleri bu hal üzere bırakmak doğru değildir. Çünkü bu durum doğrudan doğruya Kur’an ayetlerini ilgilendirmektedir. Kur’an ise; aziz ve hakim  olan Allah’ın kelamı olup, en güzel şekilde okunmaya layıktır.
O halde; Kur’an ve Arapça öğretimini üstlenen kişilerin, eğitim ve öğretimlerini doğru bir metotla, öğrencilere yararlı olan zengin dil ve kelime bilgisini vererek ses ve telaffuz yönünden harfleri doğru öğretmeleri son derece önemlidir. Zira yabancı öğrenci veya Arapça'yı sonradan öğrenen kişi, seslerin telaffuzunu doğru algılamadığı takdirde ileriki aşamalarda sağlıklı olarak o bilgileri veremez.[29]
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Arapça’ya yeni başlayan yabancı bir öğrenci, henüz Arapça’nın doğru olan telaffuzunu öğrenememiş ise ona Kur’an-ı nasıl öğretebiliriz?
Bu soruya şöyle cevap vermek mümkündür: Arapça’ya henüz yeni başlayan yabancı öğrencinin başlangıçta bir takım zorluklarla karşılaşabileceğini kabul ediyoruz. Ancak Kur’an merkezli Arapça dil öğretiminde en doğru olan metotla öğrenciyi bilgilendirmek ve onu yetiştirmek gerekir.
Tabi ki söz konusu bu metot; doğru ve eğitici, öğrencilerin Arapça öğrenimlerindeki okuma, anlama, doğru telaffuz etme, amaç, hedef ve isteklerine uygun olmalıdır. Bu istek ve hedeflerin yanı sıra öğrencilerin psikolojik durum ve kabiliyetleri de göz önünde bulundurularak eğitimin kolaydan zora doğru tedricen yapılması da bu metodun içinde yer almalıdır.
Mesela; öğrenciye on kelimeden oluşan bir cümle veya ayet henüz verilmeden, yirmi kelimeden oluşan bir cümle veya ayetin verilmesi doğru değildir. Bundan dolayıdır ki; yabancı dil öğretim metodu, öğrencinin öğrenim durumu ve programına uygunluk arz etmelidir. Bu amaçla telaffuz konusundaki bilgiler, belli bir merhaleyi kat etmiş; okuma, yazma, gramer ve imla bilgilerini bitirmiş olan öğrencilere verilmelidir.
Bazı araştırmacılar ise, telaffuz bilgisinin, henüz ilk aşamadan itibaren yabancı öğrencilere verilmesi ve bunun üzerinde önemle durulması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Sonuç

İslam kültür ve medeniyeti birinci derecede Arapça'ya dayanır, bu bakımdan Arapça, İslam kültürünün temel öğesidir. Müslümanlığı kabul eden bütün kavimler, Kur'an-ı Kerim ve Hadis için, Arapça'ya hürmet etmişlerdir. Ve bizzat kendi dillerinde her zaman Arapça kelimeler kullanmışlardır. Türkçe'de, Farsça'da, Urduca'da durum böyledir. Arapça kelimeler, İslam'ı kabul eden mühtediler tarafından kendi dillerine sokulmuştur. Bu hususu bütün İslam dünyası için söyleyebiliriz. Kendi öz lisanlarında, bir çok Arapça kelime kullanmışlardır.
Hamidullah'ın tespitine göre Sultan II. Abdülhamit devrine ait bir Türkçe cümlenin yaklaşık %60'ı Arapça, %40'ı da Türkçe'dir.[30]Arapça'nın diğer dillere girmesinin en büyük avantajı farklı milletlerin Arapça'yı kolayca bilmeleri ve öğrenmeleridir. Burada Hamidullah'ın Türkiye bağlamında söylediği şu tespitine de yer vermek istiyorum. Hamidullah şöyle diyor: Türkiye kütüphanelerinde diğer memleketlerde mevcut olmayan çok sayıda Arapça el yazması eser vardır. Paris'teki "Biblictheque Nationale" için Arapça el yazmaları yönünden çok zengin olduğu söyleniyor. Bu kütüphanede yedi bin Arapça el yazması vardır. İstanbul'da ise yarım milyon Arapça elyazması vardır. Böylece Türkiye'nin Arap Dili, Arap edebiyatı ve Arapça eserler yönünden ne kadar büyük bir zenginliğe sahip olduğunu görebilirsiniz. Ve bu elyazmalarını sadece İstanbul'da değil, küçük köylerde dahi gördüm. Erzurum'da hicri 9. asra ait bir elyazmasının olduğunu söylediler ki, bu eser dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur. Şüphesiz bu eserleri yayınlama ve başka memleketlerin de bu hazineden istifade edinilmelerini sağlamak, bu hazineye sahip olan memleket insanlarına düşen bir vazifedir.[31]
Arapça öğreniminde yabancı öğrencilerin elbette karşılaştıkları bazı güçlükler vardır. Bunlardan bir tanesi de telaffuz güçlüğüdür.
Bilindiği gibi her dilin kendine has muayyen şekil ve kalıpları vardır. Bu kalıp ve şekiller bozulduğu takdirde o dilin özü de bozulacak, kelimenin taşıdığı mana ve mefhûm bütünlüğü ortadan kalkacaktır. Telaffuz hatasını yapan kişi ister Arap isterse başkası olsun, onların bu hatalarını düzeltmek duyarlı olan eğitimcilerin görevidir.
Arapça’yı yeni öğrense bile, yabancı öğrencinin Kur’an dili fasih Arapça’ya yönelmesi son derece önemlidir. Gramer ve dil kurallarına dayanmayan mahalli ve avam Arapça’sı yerine, Arap dilinin özünü öğrenmesi daha yararlıdır. Halk dili veya “avamca” diye tabir edilen Arapça kolay olsa bile, bilimsel olarak fazla bir faydası yoktur.
Unutulmaması gerekir ki; Arap dilini sonradan öğrenen öğrenciler ileriki aşamalarda, gerek kendi çocuklarına gerekse başkalarına Kur’an ve Arapça'yı öğrendikleri tarzda öğretmeleri kaçınılmazdır. Söz konusu bu hatalı telaffuz şekli zamanla yaygınlaşacak, sonuçta Arapça’yı sonradan öğrenen bu insanlar, telaffuz ve konuşmalarını düzeltme gereğini duyarak tekrar bir takım Arapça kurslardan geçmeleri zorunlu hale gelecektir.
Diğer yandan asıl amaç ve gayesi iletişim ve haberleşme olan bir dilin işaret ve telaffuzları birbirine karıştırıldığı vakit, bu önemli misyonu yerine getirmesi mümkün değildir. O halde dil öğreniminde; “ne kadar öğrendim değil, nasıl öğrendim” kriteri ölçü alınmalıdır.
Bu konuda söylenecek son söz şudur: Arap dilcileri Arapça'yı öğretirken son derece duyarlı, hassas ve dikkatli davranmaları gerekir. Öğrencilerin kabiliyetlerini göz önünde bulundurarak, onlara en iyi en gelişmiş ve en faydalı olan metotla bu dilin telaffuz ve inceliklerini takdim etmelidirler. Öğrencilerin psikolojik durum ve kabiliyetleri göz önünde bulundurularak eğitimi kolaydan zora doğru tedricen yapmaları da bu metot içinde yer almalıdır.





*  Yrd.Doç.Dr., Harran Üniversitesi İlahiyat Fak. Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı Öğretim Üyesi  (ykahyaoglu@hotmail.com)
 1  Hüseyin Küçükkalay, Kur’an Dili Arapça, Konya, 1969, s,17-18
[2] Yusuf Uralgiray, İlk ve İleri Dilbilgisi,  1, 1231 Riyad, 1986
[3] Uralgiray, a.g.e., 1, 1231
[4]  Goldziher, İgnace, Klasik Arap Literatürü, çev. A.Yüksel, R.Er, İmaj yayınları, Ankara, 1993, s. 72, Mehmet Şirin Çakır, "İlk Dönem Arap Dilbilimi" adlı makalenin referansı, s. 256, dipnot 3
[5]  Prof. Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, çev. İhsan Süreyya Sırma, 1.bs. Düşünce Yayınları 1981, s.16-18
[6]  el-Beled, 90 / 8-9-10
[7]  Mehmet Şirin Çakır, "İlk Dönem Arap Dilbilimi",  Kur'an ve Dil  (Dilbilim ve Hermenötik Sempozyumu), s., 255,  Yüzüncü Yıl Universitesi İlahiyat Fakültesi, 17-18 Mayıs 2001 
[8]  el-Mahzumi, Mehdi, Medresetu Küfe ve menahicuha fi'l-luga ve'v-nahv, Beyrut, 1986, s. 169, Mehmet  Şirin Çakır, "İlk Dönem Arap Dilbilimi" adlı makalenin referansı, s. 263, dipnot 42
[9]  Mehmet Şirin Çakır, a.g. makale, s. 263
[10] Mahmut Kamil en-Nake, “Ta’limu’l-luğati’l-Arabiyye li’n-natikine bi’l-luğat uhra”, Mecelletu’d-dirasat el-Arabiyye, Mekke-Camiat Ummu’l-Kura, sayı: 14, yıl:1977
[11] Mahrec: harflerin çıkış yerleri
[12] Üstün: Harfin üzerine konulan bir çizgidir. İnce harflerde E kalın harflerde A sesini verir.
[13]  Ötre: Harfin üzerine konulan bir işarettir. İnce harflerde Ü (u-ü arası), kalın harflerde U sesini verir.
[14]  Esre: Harfin altına konulan bir çizgidir. İnce harflerde İ, kalın harflerde I sesini verir.
[15]   Abbas Mahmut el-Akkad, Eştat muctemaat fi’l-luğati ve’l-edeb, s. 11, Daru’l-Maarif, Kahire
[16]  Muhammed es-Seyyid’in;  أثر الأخطاء الصوتية للناطقين بغير اللغة العربية على ألفاظ القرآن " Mecelletu’l-Ezher” c. 3,  yıl  69,  s.404,  Kahire 1996
[17]  Geniş bilgi için Bkz. Nihad M. Çetin "Arap", DİA, III, 272 vd.

[18]   Zümer, 38/28
[19]  Hucurat, 48/ 11
[20]  Hakka, 69/1-2
[21]  Rahman, 55/7
[22]  Mü’minun, 23/1
[23]  Zümer, 39/71
[24]  Mü’minun, 23/14
[25]  Nihad M. Çetin "Arap", DİA, III, 286
[26]  Fatma Mahcub, Dirasat fi’l-luğati’l-mutakaddime, Daru’l-Maarif, Kaire, 1984
[27]  Mehmet Şirin Çakır, a.g. makale, s. 264

[28]  Necmettin Yurtseven, “İmam-hatip liseleri Arapça öğretim programı ile buna göre yazılmış ve bakanlıkça bastırılmış ders kitaplarının değerlendirilmesi ve bazı örnekleri” İslamiyat dergisi, sayfa 144, cilt.7, sayı. 2, nisan-haziran 2004 
[29]  Muhiddin el-Elvani, el-Vesailu’l-ilmiyye li halli’l-müşkilat el-luğaviyye, II, 59, Riyad 1412
[30]  Hamidullah, a.g.e.,  s. 20
[31]  Hamidullah, a.g.e. s.18